12 Ekim 2014 Pazar

Bilemiyorum Altan, Bilemiyorum

"Korku köleliktir."

Platon


"Buyrun sahip."

Hasan Babaic


Fena halde vasat bir Pazar gününün ertesinde yapılacak çok şey yoktur. Bendeniz, çokluk göz kapaklarımı uyuşturucu dizilerin yahut sarmayan kitapların arasında kaybolurum. Ancak bugün, bu vasatlığı taçlandırmak adına, en iyi bildiğim(?) işlerden birini yaparak; yazmaya girişeyim dedim. Üstelik elimde bir yazıya konu olabilecek herhangi bir argümanım yoktu. İşin açıkçası kendime bir tema bile bulamamış durumdaydım..

2-3 ay geçmiştir herhalde son post'u koyalı buraya.. Bu zaman zarfında az buçuk iş, çok buçuk dinlence yaparak, hayatımın birçok hücresini öldürmeyi başardım. Yine bu zaman zarfında tahayyülümde kalabalık eden fikirlerimi de tamamen kendi irademle kürtaj (evet, pre-choice, hep destek tam destek!) ettirmiş bulunmaktayım. Ki bunlar sırasıyla; görgüsüzlüğe övgü niteliğindeki bir gezi yazısı, bir şekilde benim otobüs terminali takıntıma uğrayacak düpedüz kötü ve pejmürde bir mini-polisiye, şimdiye kadar aşık olduğum kızların görme organlarına dair, nedense çok kısa bir zaman zarfı için pek romantik bulduğum uyuz bir deneme ve son olarak herhalde 2012'nin son günlerinde patlattığım epey sıradan bir 'sıkılmışlık şiirinin' meraksız gözlere kanırtılmasıydı. Şükür ki bunlar hiç yaşanmadı. Acaba neden? İşte pek sevgili ve varolmayan (sakallı bebek?) kari, bu yazının olayı da bu: neden?

2007 yılında, sivilcesiz fakat kuru suratlı bir liseli olarak hayattaki en büyük ideallerimden biri; Can Dündar'ın 'Neden?' isimli, klasik açık oturum tarzı programına bir gün tartışmacı olarak katılabilmekti. O zamanlar totaliter bir rejim olmayan, aslında herhangi bir rejimle anılamayacak bir Türkiye vardı tabii. Kilo vermeye çalışıyordu Türkiye ama 'zayıflama hapı' diye birşey ile bunun mümkün olabileceğine inanıyordu ne yazık ki. Neyse yani, insanlar tartışıyorlardı güzel güzel. Bense deli gibi programı ve hatta tekrarlarını ezber ederdim. Hayli samimi lise ortamımızda da yükseklerde gezinirdim tabii. Zat-ı alim, her konuya vakıf müthiş bir entelektüel, boş zamanlarında ansiklopedi okuyan bir kültür deryası ve garip bir biçimde bir önceki münazarada kendi hazırladığı metinler 70 puan farkla mağlup olmasına rağmen; cevval bir tartışmacı olarak kabul görürdü. Gerizekalı liseliler.

Efendim köprünün altından çok sular aktı. Bendeniz bu sahte kabul görmüşlüğün hava gazıyla, her daim kendini üstte tutan yeni hasat zeytinyağı gibi davranır oldum. Sıradanlığın ayyaşlığında, etrafıma surlar inşa ettim. "Her şeye bok atıyorsun" mevzusunun edebi külahı işte. Aslında bu blog, şiir yazmam falan bazen bu tutumun eylembiliminde incelenmeli gibi geliyor bana. Neyse. Bu cafcaflı madrabazlık öyküm, işte hayatımın en mübhem şu dönüm noktasında bana dert oldu. Özetle: korkuyorum. Ne yapacağını bilememe dürtüsü, en bedbaht kanser hastasının bile kucağına oturmuştur. Bunu bir arkadaş da söyledi bana mesela; "korkaksın ama sen de" dedi. Çok koymalı aslında bu laf insana. Bana hiç koymadı. Galiba vaziyet-i halimizden memnun sayılır gibiyiz. Oysa bizimkisi de çaresizlik davası.

Arılardan, dişçilerden ne bileyim siklenmemekten falan korkarım. Kaldı ki bunlar beyhude şeyler değildir; insan yüz yüze gelir bunlarla. Ancak bir insanın hülyalarına dair korkusu olur mu a? Bir insanın hiç tahayyülü olmaz mı? Merak ediyorum. Bu aralar çok merak ediyorum. Lisans hayatımda öğrendiğim yegane şey sandığım "tecrübe", işte bu noktada bekine hiç yardıma gelmeyen kanat oyuncusu.. Anılarıma ne olacak diye merak ediyorum. Korkularımın cehennemine hoş geldiniz.

İnsan büyüyor ki bu bence Tanrı'dan gelen troll'lüklerin en fenası. 25 yaşına geliyorsun, 'hangi işe girsem, askerliği aradan çıkartsam mı, ulan evlensem mi götlük olsun diye yahut gitmek mi lazım artık bu şehirden' gibi türlü tevatür içindeki şeytanın muavinliğine koşuyor. Ah o içimizdeki şeytan, Ömer'in başını da o yemişti ya. Faust'un Türkiye şubesinden bahsediyorum. Her kararsızlığımızın Tanrı'sı, nasılsa epey de harcıalem bir soytarı. Korkun ondan, kendi korkaklığınızın aynasıdır o içinizdeki şeytan. Hem kafiyeli olunca ikna da olursunuz.

Anladım ki, ben bu işlerden hiç anlamayacağım. Ben hep korkacağım. Eskiden uzak kalmaktan, düzenden ve planlardan hep korkacağım. Bir masum Bekir gibi bir yolumuz bile yok ki koyduğumun yerinde, hepimiz Bekir'ken hem de.

İyisi mi saate bakmayalım, zamana aman olmuyor.