26 Temmuz 2014 Cumartesi

Türkiye: Ahlaksızların Ülkesi

Havasına, Suyuna, Taşına, Toprağına…

Türkiye: Ahlaksızların Ülkesi


“…Başlı başına bir ırk gibidir bu insanlar, akıl almaz avamlıktadırlar, Señor, sınıfsız insanlardır bunlar, ne halkın bağrından gelirler, ne orta sınıftan ne de herhangi başka bir sınıftan; suçtan beslenen lümpenlerdir bunlar, toplumun fidyecileridir, sonradan görmelerin en aşağılıkları, en acımasızları, en açgözlüleridir, hiçbir idealleri yoktur, öldürmek, sömürmek, yağmalamak için fırsat kollarlar…”

Carlos Fuentes – Cennet’teki Adem


Öfkeliyim. Yok, bu öyle her genç kökenli ayının hissettiği türden dönemsel bir öfke değil. Zaten “öfke” cihetinin bendeki karşılığı da sözlük tanımına pek uygun değil. Şöyle ki; bu illet bende birikiyor. Biriktikçe büyüyor, güçleniyor. Her durumda özneliğe teşne hale geliyor ancak her zaman eyleme dönüşmüyor. Bütün ruhu ve bütün aklı sarmalıyor. Hele ki bir dış etken tarafından taciz edilmeye görsün, tüm beynimi ele geçiriyor.
Bütün bunları niye anlatıyorum, bilmiyorum. Ama beni, bunları yazmaya iten şeyi biliyorum. Halihazırda tüm öfkelilerin düşündüğü, bazen çekinerek de olsa dile gelen isyan etme dürtüsüdür; buna neden. Geçenlerde Twitter’da gördüğüm ufak çaplı bir analiz, öfkemin büyük kısmını fethettiğini tahmin ettiğim, bireyden ve toplumdan nefret halimi pek güzel yansıtıyordu:

En başta yaptığım alıntıda, romandaki pembe dizi yapımcısı Rodrigo Pola, esasen yeni egemen sınıfa olan eleştirisini dile getiriyordu. Bense, bunu -her bokta olduğu gibi- sefil ve güzel ülkemize uyarlamak ve de tabana yaymak ihtiyacını hissediyorum. Zira, ahlaksızlığıyla nam salmış olan bizdeki egemenler, pek de zorlanmadan bu ahlaksızlıklarını meşrulaştırıyorlar. Zorlanmamalarının sebebi, gülünç bir biçimde din/gelenek/bireyler/etnik köken v.s üzerine kurdukları ahlak anlayışlarının, yine kendi içlerinden gelen diğer ahlaksızlar tarafından aynı ölçütte gülünç bir biçimde hiçe sayılması; daha da fenası, kendilerinin bu durumla herhangi bir problemlerinin olmaması.. Bazen işler karmaşıklaşıyor, özet mi vereyim, buyurun, her şey bu cümlelerde gizli: “Ee kardeşim, çalıyor ama çalışıyor. Zaten hepsi çalıyor, bari bunda iş var. At binenin, kılıç kuşananın canım..” Örnek bir muhafazakar ahlaksızlığını görebileceğiniz bu kesitte, buram buram yüzsüzlük ve arsızlık var. Sanki çalınan tüm para kendinden çıkıyormuş ve bu parayla ne yapılacağı kendisinin yüce kararındaymış gibi, kendini tüm toplumun sahibi zannetme utanmazlığı var. Çoğunluğun tanrısal(!) yargıları ve oylarıyla (bkz. “milli irade”) iktidarı parsellemiş “kendi” ahlaksızlarının paşa gönülleri eğleme, dolu ve derin ceplerini mazur gösterme namussuzluğu var. Cehalet dolu vecizlerin, yine “milli irade” kanalıyla kutsanması köylülüğü var.

Yok, ben bu yazıyı sadece hükümete geçirmek maksadıyla yazmıyorum. Çok belirgin olduğu için kendi tabanlarından örnek verdim. Kendilerinin katil olmaları, hırsızlıkları ve en kötüsü pişkinlikleri ikrara gerek kalmayacak şekilde ayan zaten. Öfkem ve nefretim, bu coğrafyayı kucaklıyor aziz kardeşlerim!! Aynı rezil ve pespaye tutumların şahikasını da 30’lu ve 40’lı yıllarda tecrübe etmiş bir ahfadın evlatlarıyız, değil mi ya? Zorla toplama kamplarında çalıştırılan, evlerinden sistematik bir biçimde kovulan, mallarına el konulan, kalleşçe bombalanan azınlıklara yönelik nefret söylemleri, tüm muhafazakarların amentüsü olmuşken; utanmadan bu söylemleri lanetleyen ahfadın evlatları… O emirleri veren kanlı diktatörlerin ve yardakçılarının heykelleriyle yurdumuzun çehresini ağartan ahfadın evlatları onlar. Güzel ülkemize ve gelmiş geçmiş en başarılı demokrasi denemesi olan(!) Türkiye Cumhuriyeti’ne toz kondurmayan “benim devletim” ve “benim halkım” cümlelerini şiar edinmiş kepazelerin de at koşturduğu o laik günlerimiz özleniyor şimdi, öyle ya..

Hazır, barışçıl ve misafirperver ülkemizin “yabancı” kelimesini nasıl algıladığı yoluna girmişken, tekrar cana yakın muhafazakarlara dönmemek olmaz.      Şüphesiz ki onlar, başkalarının nerede, nasıl ve kimlerle yaşayabileceklerine karar verecek mercinin sahipleridirler. Kimlerin sağ kalıp, kimlerin katli vacip olduğu da kendi dimağlarının keyfiyetinden menkuldür. Devlet diyoruz biz o merciye. Örneğin, yine bir azınlığa mensup, üstelik de kendi ahlaksızlığını pazarlamayan -buraya sonra geleceğiz- bir gazeteci öldürüldüğünde, onlarca kişi, cihada gidermiş gibi gözü dönmüş, son derece rezil müsveddeler tarafından korkakça yakılarak katledildiğinde, biri çocuk 7 kişinin asayiş teröristleri tarafından canları alındığında; bu merci sanırım haftasonu tatilindeydi. Mesai erken bitmiş de olabilir. Gerçi bu olamaz, çünkü bu pislikleri yapanlar da bu mercinin adamlarıydı zaten, değil mi ya? Tüm bunlar olup biterken, işte bu ahlaksız muhafazakarlar içlerinden ve de dışlarından kıs kıs gülüyorlardı. Hatta bu ölümleri meşrulaştırmak, şimdinin iktidar sahiplerince bir zorunluluk haline getirilmişti. Neme lazım, tasmasını bir delik genişleten gurur-engelli-mürekkep akıtıcıları işlerinden ediliverirlerdi. Dolayısıyla “yani tabii öldürmek yanlış ama..” şeklinde pervasız -bir o kadar da pespaye- çıkışların sahipleri bile kendilerini güvensiz hissettiler. İstanbul trafiği ve Marmaray seferlerinin aksamaların, ne bileyim, yine İstanbul’daki su sıkıntısının kaynağı olarak “Geziciler” belirlenmeye başlandı. Böyle bir suçlama normaldi zira telekinezi ile şirk ortakları ulu başbakanlarını öldürmeye çalışan yaratıklar, her şeyi yapabilirlerdi.

“Şerefsiz basın” kısmına çok takılıyorum, kabul edeyim. En çok onlardan nefret ediyorum çünkü. Neyse bak konu nereye saptı:( Halbuki bu aşağılık muhafazakarların Gazze’de Müslümanlar katledilirken yırtınıp, Ukrayna’da ölenler için hiç ses etmemesini; Sudan diktatörünü, IŞİD adlı köpek sürüsünü rica minnet bile olsa lanetlememelerini; hadi yine lokale inelim; tüm Avrupa’yı geçip, İstanbul’dan Gebze’ye dahi gidemeyen Pippa Bacca’ya tecavüz edip, öldürmelerini, fotoğrafçı Sarai Serra’ya aynı iğrençliği yapmalarını falan anlatacaktım daha.. Daha geçenlerde iki motorcunun katledilmesini, baştaki başıbozuk herifin fetvası yüzünden, kız arkadaşının evine gelen polislerden korkup, 5. kattan düşüp ölen genci, ne bileyim, oruç tutmadığı için asayiş teröristlerince tokatlanan 70 yaşındaki amcayı anlatacaktım. Kaldı böyle:(

Şimdi beni bilen bilir de, bilmeyenler için kendimi biraz pazarlayayım -çünkü ahlaksızlık bunu gerektirir- Bu yazılanlara bakılırsa ya solcu ya liberalim, değil mi? Nah öyleyim. Onların ahlaksızlıklarını ayrı kefeye koyuyorum zaten. Onların pek bilge ve pek elit bir ahlaksızlık anlayışları var. Misal solcular, ortalama 14 fraksiyona bölünmedikleri her gün, ucuza ve çok içecekleri meyhane köşelerinde, hiç gitmedikleri Yozgat’ın işçi kesimi hakkında politik görüşlerini beyan ederler. Günde en az 10 saat çalışan, haftasonu falan olmayan proleteryanın nasıl kurtulacağına dair, Bostancı Gösteri Merkezi’nde falan fikirlerini beyan ederler. Hizmetlerini de o işçilere yaptırırlar. Toplamda 4 kişinin okuduğu beş para etmez solcu ahlaksızlıklarıyla dolu propaganda adi baskı gazetelerini pazarlarlar. Bunların gençleri pek fena abaza, yaşlıları ise ekseriyetle sarhoştur. Solcu oldukları için Gençlerbirliği ya da Beşiktaş taraftarı olurlar; rakip takımlar karşısında kendi siyasi güdümlü yönetimlerini, çoğusu ciğeri beş para etmez futbolcuları falan korurlar. Bir kısmı ezilmiş ve mağdur bireyleri dövüp, bi de marifetmiş gibi pazarlarlar. Allah belalarını versin. Daha ne yazayım, bilemedim. Kapitalizm karşısındaki öfkeleri çaresizliğe dönüşeli çok oluyor. Sistemden nemalanıp, sistem için çalışıp, artı değeri ceplerine cukkalamaları, artık sıradan bir gösteri. Özel mülkiyet ve rekabet hakkında atıp tutup; “Yalıkavak’ta bi ev yaptırdım, cennet cennet, gel bi akşam parlatalım be arkadaş!” ya da “Ne bu otobüs fiyatları böyle, ah buralara bi uçak seferleri başlasa görürüm ben bu açgözlü domuzları!” gibi cümleleri kendilerinden duyabilirsiniz. Kim ki “emek” lafını ağzına alır, işte o en büyük hırsız ve arsızdır. Lanetleyip gidiyorum, bunların ahlaksızlıkları çok çekilmez.

Liberaller için söyleyecek çok sözüm yok açıkçası. Yukarıdaki argümanları tersine çevirip, onlar için de bol bol küfredebiliriz. Gerçi onlar o arada “kırmızı ışıklar özgürlüğü kısıtlıyor mu?” gibi tartışmalarla vakit öldürdüklerinden, küfürleri duymazlar. Fanatizm devreye girince, bütün değerlerini nasıl elden bıraktıklarını görmek de paha biçilmezdir. Yani bu takım fanatizmi olur, parti fanatizmi olur, böyle şeyler. Kimsenin okumadığı, aslında tamamen okunmaya da muhtaç olunmayan 250 senelik kitaplardan alfabeler yaparlar. Seküler kısmı, dini kitapları, çok sanal ve arkaik diye eleştirirken, 500 sene evvel fikri temeli kurulmuş bir ideolojinin esiri olup, o eski tezlerle anakronizmin dibine vururlar. İktisat konusunda zerre bilgi sahibi olmadan, iki köşe yazısı okuyup, kendilerini büyük analist olarak pazarlarlar. Dünyadaki her şeyin çok geçerli ve yadsınamaz nedenleri vardır ve sonuçlar liberal değerlerle kesinkes ilintili olmalıdır. Olmasa da ayarlarız biz bir şeyler, ş’aapmayın siz. “Kahvesiz güne başlayamıyorum” insanları olarak, taban hakkında ahkam keserler. Çok sevimli çocuklardır, tanısanız siz de seversiniz.

Bu iki elit grubun ahlaksızlığı, neden ayrı kefede? Çünkü düşünsel tahakküm denilen silah bu pespaye heriflerin elinde oyuncaktır. Daha fazla okuma, görme, tanıma imkanına sahip oldukları için, kimseyi çekemezler. Zaten birbirleriyle sıklıkla cilveleşmeleri bu düşünsel tahakkümün egemenliğinin kimde kalacağı savaşıdır. Kıyamam onlara. Reziller.

Başka kim kaldı, ülkücüler mi, Kürt milliyetçileri mi? Önderleri olmadan ne yaparlardı, bilinmez. Aman öndersiz kalmasınlar ve aman silahsız kalmasınlar. Pejmürde zihinlerini iktidara dikte ettirmek için her türlü soysuzluğu yapsınlar. Çok benziyorlar birbirlerine. Çok benziyorlar herkese. Gerisi konuşmaya değmez.

Geldik en pis gruba.. Bunlar kayıtsızlar kümesi. Etrafında her türlü ahlaksızlık olup biterken ses etmeyenlerden oluşuyor bu küme. Şüphesiz ki insanlığın en bayağı ve en pespaye üyeleri burada toplanmıştır. Ezilenler, azınlıklar, haksızlığa uğrayanlar.. Bunlar, ahlaksızlıktan bitap düşmüşlerdir. Seslerini çıkartmadan, hayatlarına devam ederler. Yahut kaçıp, giderler. Kokuşmuşluktan sıkıldıkları zaman, sosyal medyada esip gürlerler, mitinglerde aktivistlik yaparlar. Bloglarında yazılar yazıp, denize giderler ancak. Sahte herifler. Nihayetinde dimağlarda sorular oluşur: “Ne yesek bu akşam?” yahut “Maçı nerede izlesek?” gibi. Her eylem, vasatlıkla sonuçlanır işte. Her şey sonuçsuz kalır bi bakıma..

Çok yazdım ve çok yoruldum. Eleştirilerim hayli yüzeysel farkındayım ama bu bir öfke yazısıydı zaten. Fazlasını beklemek aptallık olurdu. Zehrimi akıttım herhalde. Zehirsiz anlatılmaz ki bu memleket? Çünkü bu ülke üç kuruşa adam satanların ülkesi. En ufak alışverişte sizi kazıklayacak esnafın, taksicinin, emlakçının, marangozun, bakkalın ülkesi.. Sorgusuz, sualsiz sizi dövme, öldürme hakkını kendinde göre asayiş teröristlerinin; polislerin ve askerlerin ülkesi.. Sizin maaşınızdan tırtıklanan paralarla bütün gün çay içip, Solitaire oynayan, vasıfsız memurların ülkesi.. Hayatınız umurlarında olmayıp, mezkur yaşantınızın nasıl’ıyla ve ne olmalı’sıyla kafayı bozanların ülkesi.. Dolandırıcıların, gaspçıların, psikopatların ülkesi.. Arsızların, yüzsüzlerin, namussuzların, aşağılık insanların; tekmili birden ahlaksızların ülkesi; KÖTÜ İNSANLARIN ülkesi bu ülke..

Denilecek ki, “birader, her yer temiz de bir burası mı kirli? Vatan haini hadi be!”

Ben orasını bilmem, yaşadığım yer hakkında yazıyorum. Sosyologların ve dahi antropologların bileceği iş bunlar. Kanaatimce insan, her yerde az çok aynı olmalı. Şüphesiz ki kültürler, insan ahlaksızlığını belli ölçüde etkiliyor. Fakat bizde olmayıp, başka yerde olan bir enstrüman var; adı da uzlaşı. Diğerleri ahlaksızlıklarını örtecek maske olarak bunu bulup, kullanıyorlar. Bizdeki temel sorun, ahlaksızlar egemenlik mücadelesi veriyor. Sınıflar değişiyor, birleşiyor, kayboluyor. Sonunda kazananlar, öncekinden beter oluyor.

Cuma namazlarında, duanın bir parçası olarak, şöyle bir kısım vardır: “…Allahım, devletimize ve milletimize iyilikler ve güzellikler nasip eyle yarabbim!” diye..

İşte bu ülkeye lazım gelen şey dua değil, kıyamettir.

Böyle.




3 Temmuz 2014 Perşembe

Efendimiz Acemilik - 2

Hey Meursault,Tanışalım Mı? 

işte tam vaktidir!
geçmişinde boyunduruk geleceğin 
ve bu en güzel resmidir, 
aşina zıtlıkların,
hepbir hecesinin 

kendini seyretmek, 
ne tuhaf?

*Tuhaf bir biçimde kendi Meursault'mu öldürdüğümü düşünüyorum. Kan yok, hayır. Buna gelemezdim. Ölümü yavaş ve sancılı oldu. Bana kalsa, sıkıntıdan ve boşvermişlikten geberdi. Fazla oksijen de onu öldürmüş olabilir. Sonuçta bunlar ilgi isteyen yaratıklar, tembelliğe katlanamıyorlar. Neyse ki, gerisinde birçok mirasyedi bıraktı. Bunlardan da kısmetse bir Faust seçeceğim. Bazılarında potansiyel görüyorum. Kralı aman pardon şeytanı gelsin, değil mi ya?

Ayna yok mu ayna?