Havasına, Suyuna, Taşına, Toprağına…
Türkiye: Ahlaksızların Ülkesi
“…Başlı başına bir ırk gibidir bu insanlar, akıl almaz
avamlıktadırlar, Señor, sınıfsız insanlardır bunlar, ne halkın bağrından gelirler, ne
orta sınıftan ne de herhangi başka bir sınıftan; suçtan beslenen lümpenlerdir bunlar, toplumun
fidyecileridir, sonradan görmelerin en aşağılıkları, en acımasızları, en
açgözlüleridir, hiçbir idealleri yoktur, öldürmek, sömürmek, yağmalamak için
fırsat kollarlar…”
Carlos Fuentes – Cennet’teki Adem
Öfkeliyim. Yok, bu öyle her genç kökenli ayının hissettiği türden dönemsel bir öfke değil. Zaten “öfke” cihetinin bendeki karşılığı da sözlük tanımına pek uygun değil. Şöyle ki; bu illet bende birikiyor. Biriktikçe büyüyor, güçleniyor. Her durumda özneliğe teşne hale geliyor ancak her zaman eyleme dönüşmüyor. Bütün ruhu ve bütün aklı sarmalıyor. Hele ki bir dış etken tarafından taciz edilmeye görsün, tüm beynimi ele geçiriyor.
Bütün bunları niye anlatıyorum, bilmiyorum. Ama beni,
bunları yazmaya iten şeyi biliyorum. Halihazırda tüm öfkelilerin düşündüğü,
bazen çekinerek de olsa dile gelen isyan etme dürtüsüdür; buna neden.
Geçenlerde Twitter’da gördüğüm ufak çaplı bir analiz, öfkemin büyük kısmını
fethettiğini tahmin ettiğim, bireyden ve toplumdan nefret halimi pek güzel
yansıtıyordu:
En başta yaptığım alıntıda, romandaki pembe dizi yapımcısı
Rodrigo Pola, esasen yeni egemen sınıfa olan eleştirisini dile getiriyordu.
Bense, bunu -her bokta olduğu gibi- sefil ve güzel ülkemize uyarlamak ve de
tabana yaymak ihtiyacını hissediyorum. Zira, ahlaksızlığıyla nam salmış olan
bizdeki egemenler, pek de zorlanmadan bu ahlaksızlıklarını meşrulaştırıyorlar.
Zorlanmamalarının sebebi, gülünç bir biçimde din/gelenek/bireyler/etnik köken
v.s üzerine kurdukları ahlak anlayışlarının, yine kendi içlerinden gelen diğer
ahlaksızlar tarafından aynı ölçütte gülünç bir biçimde hiçe sayılması; daha da
fenası, kendilerinin bu durumla herhangi bir problemlerinin olmaması.. Bazen
işler karmaşıklaşıyor, özet mi vereyim, buyurun, her şey bu cümlelerde gizli:
“Ee kardeşim, çalıyor ama çalışıyor. Zaten hepsi çalıyor, bari bunda iş var. At
binenin, kılıç kuşananın canım..” Örnek bir muhafazakar ahlaksızlığını
görebileceğiniz bu kesitte, buram buram yüzsüzlük ve arsızlık var. Sanki
çalınan tüm para kendinden çıkıyormuş ve bu parayla ne yapılacağı kendisinin
yüce kararındaymış gibi, kendini tüm toplumun sahibi zannetme utanmazlığı var.
Çoğunluğun tanrısal(!) yargıları ve oylarıyla (bkz. “milli irade”) iktidarı
parsellemiş “kendi” ahlaksızlarının paşa gönülleri eğleme, dolu ve derin
ceplerini mazur gösterme namussuzluğu var. Cehalet dolu vecizlerin, yine “milli
irade” kanalıyla kutsanması köylülüğü var.
Yok, ben bu yazıyı sadece hükümete geçirmek maksadıyla
yazmıyorum. Çok belirgin olduğu için kendi tabanlarından örnek verdim.
Kendilerinin katil olmaları, hırsızlıkları ve en kötüsü pişkinlikleri ikrara
gerek kalmayacak şekilde ayan zaten. Öfkem ve nefretim, bu coğrafyayı
kucaklıyor aziz kardeşlerim!! Aynı rezil ve pespaye tutumların şahikasını da
30’lu ve 40’lı yıllarda tecrübe etmiş bir ahfadın evlatlarıyız, değil mi ya? Zorla
toplama kamplarında çalıştırılan, evlerinden sistematik bir biçimde kovulan,
mallarına el konulan, kalleşçe bombalanan azınlıklara yönelik nefret
söylemleri, tüm muhafazakarların amentüsü olmuşken; utanmadan bu söylemleri
lanetleyen ahfadın evlatları… O emirleri veren kanlı diktatörlerin ve
yardakçılarının heykelleriyle yurdumuzun çehresini ağartan ahfadın evlatları
onlar. Güzel ülkemize ve gelmiş geçmiş en başarılı demokrasi denemesi olan(!)
Türkiye Cumhuriyeti’ne toz kondurmayan “benim devletim” ve “benim halkım”
cümlelerini şiar edinmiş kepazelerin de at koşturduğu o laik günlerimiz
özleniyor şimdi, öyle ya..
Hazır, barışçıl ve misafirperver ülkemizin “yabancı”
kelimesini nasıl algıladığı yoluna girmişken, tekrar cana yakın muhafazakarlara
dönmemek olmaz. Şüphesiz ki onlar,
başkalarının nerede, nasıl ve kimlerle yaşayabileceklerine karar verecek
mercinin sahipleridirler. Kimlerin sağ kalıp, kimlerin katli vacip olduğu da
kendi dimağlarının keyfiyetinden menkuldür. Devlet diyoruz biz o merciye.
Örneğin, yine bir azınlığa mensup, üstelik de kendi ahlaksızlığını pazarlamayan
-buraya sonra geleceğiz- bir gazeteci öldürüldüğünde, onlarca kişi, cihada
gidermiş gibi gözü dönmüş, son derece rezil müsveddeler tarafından korkakça
yakılarak katledildiğinde, biri çocuk 7 kişinin asayiş teröristleri tarafından
canları alındığında; bu merci sanırım haftasonu tatilindeydi. Mesai erken
bitmiş de olabilir. Gerçi bu olamaz, çünkü bu pislikleri yapanlar da bu
mercinin adamlarıydı zaten, değil mi ya? Tüm bunlar olup biterken, işte bu
ahlaksız muhafazakarlar içlerinden ve de dışlarından kıs kıs gülüyorlardı.
Hatta bu ölümleri meşrulaştırmak, şimdinin iktidar sahiplerince bir zorunluluk
haline getirilmişti. Neme lazım, tasmasını bir delik genişleten
gurur-engelli-mürekkep akıtıcıları işlerinden ediliverirlerdi. Dolayısıyla
“yani tabii öldürmek yanlış ama..” şeklinde pervasız -bir o kadar da pespaye-
çıkışların sahipleri bile kendilerini güvensiz hissettiler. İstanbul trafiği ve
Marmaray seferlerinin aksamaların, ne bileyim, yine İstanbul’daki su
sıkıntısının kaynağı olarak “Geziciler” belirlenmeye başlandı. Böyle bir
suçlama normaldi zira telekinezi ile şirk ortakları ulu başbakanlarını
öldürmeye çalışan yaratıklar, her şeyi yapabilirlerdi.
“Şerefsiz basın” kısmına çok takılıyorum, kabul edeyim. En
çok onlardan nefret ediyorum çünkü. Neyse bak konu nereye saptı:( Halbuki bu
aşağılık muhafazakarların Gazze’de Müslümanlar katledilirken yırtınıp,
Ukrayna’da ölenler için hiç ses etmemesini; Sudan diktatörünü, IŞİD adlı köpek
sürüsünü rica minnet bile olsa lanetlememelerini; hadi yine lokale inelim; tüm
Avrupa’yı geçip, İstanbul’dan Gebze’ye dahi gidemeyen Pippa Bacca’ya tecavüz
edip, öldürmelerini, fotoğrafçı Sarai Serra’ya aynı iğrençliği yapmalarını
falan anlatacaktım daha.. Daha geçenlerde iki motorcunun katledilmesini,
baştaki başıbozuk herifin fetvası yüzünden, kız arkadaşının evine gelen
polislerden korkup, 5. kattan düşüp ölen genci, ne bileyim, oruç tutmadığı için
asayiş teröristlerince tokatlanan 70 yaşındaki amcayı anlatacaktım. Kaldı böyle:(
Şimdi beni bilen bilir de, bilmeyenler için kendimi biraz
pazarlayayım -çünkü ahlaksızlık bunu gerektirir- Bu yazılanlara bakılırsa ya
solcu ya liberalim, değil mi? Nah öyleyim. Onların ahlaksızlıklarını ayrı
kefeye koyuyorum zaten. Onların pek bilge ve pek elit bir ahlaksızlık
anlayışları var. Misal solcular, ortalama 14 fraksiyona bölünmedikleri her gün,
ucuza ve çok içecekleri meyhane köşelerinde, hiç gitmedikleri Yozgat’ın işçi
kesimi hakkında politik görüşlerini beyan ederler. Günde en az 10 saat çalışan,
haftasonu falan olmayan proleteryanın nasıl kurtulacağına dair, Bostancı
Gösteri Merkezi’nde falan fikirlerini beyan ederler. Hizmetlerini de o işçilere
yaptırırlar. Toplamda 4 kişinin okuduğu beş para etmez solcu ahlaksızlıklarıyla
dolu propaganda adi baskı gazetelerini pazarlarlar. Bunların gençleri pek fena
abaza, yaşlıları ise ekseriyetle sarhoştur. Solcu oldukları için Gençlerbirliği
ya da Beşiktaş taraftarı olurlar; rakip takımlar karşısında kendi siyasi
güdümlü yönetimlerini, çoğusu ciğeri beş para etmez futbolcuları falan
korurlar. Bir kısmı ezilmiş ve mağdur bireyleri dövüp, bi de marifetmiş gibi
pazarlarlar. Allah belalarını versin. Daha ne yazayım, bilemedim. Kapitalizm karşısındaki
öfkeleri çaresizliğe dönüşeli çok oluyor. Sistemden nemalanıp, sistem için
çalışıp, artı değeri ceplerine cukkalamaları, artık sıradan bir gösteri. Özel
mülkiyet ve rekabet hakkında atıp tutup; “Yalıkavak’ta bi ev yaptırdım, cennet
cennet, gel bi akşam parlatalım be arkadaş!” ya da “Ne bu otobüs fiyatları
böyle, ah buralara bi uçak seferleri başlasa görürüm ben bu açgözlü domuzları!”
gibi cümleleri kendilerinden duyabilirsiniz. Kim ki “emek” lafını ağzına alır,
işte o en büyük hırsız ve arsızdır. Lanetleyip gidiyorum, bunların
ahlaksızlıkları çok çekilmez.
Liberaller için söyleyecek çok sözüm yok açıkçası.
Yukarıdaki argümanları tersine çevirip, onlar için de bol bol küfredebiliriz.
Gerçi onlar o arada “kırmızı ışıklar özgürlüğü kısıtlıyor mu?” gibi
tartışmalarla vakit öldürdüklerinden, küfürleri duymazlar. Fanatizm devreye
girince, bütün değerlerini nasıl elden bıraktıklarını görmek de paha
biçilmezdir. Yani bu takım fanatizmi olur, parti fanatizmi olur, böyle şeyler.
Kimsenin okumadığı, aslında tamamen okunmaya da muhtaç olunmayan 250 senelik
kitaplardan alfabeler yaparlar. Seküler kısmı, dini kitapları, çok sanal ve
arkaik diye eleştirirken, 500 sene evvel fikri temeli kurulmuş bir ideolojinin
esiri olup, o eski tezlerle anakronizmin dibine vururlar. İktisat konusunda
zerre bilgi sahibi olmadan, iki köşe yazısı okuyup, kendilerini büyük analist
olarak pazarlarlar. Dünyadaki her şeyin çok geçerli ve yadsınamaz nedenleri
vardır ve sonuçlar liberal değerlerle kesinkes ilintili olmalıdır. Olmasa da ayarlarız
biz bir şeyler, ş’aapmayın siz. “Kahvesiz güne başlayamıyorum” insanları
olarak, taban hakkında ahkam keserler. Çok sevimli çocuklardır, tanısanız siz
de seversiniz.
Bu iki elit grubun ahlaksızlığı, neden ayrı kefede? Çünkü
düşünsel tahakküm denilen silah bu pespaye heriflerin elinde oyuncaktır. Daha
fazla okuma, görme, tanıma imkanına sahip oldukları için, kimseyi çekemezler.
Zaten birbirleriyle sıklıkla cilveleşmeleri bu düşünsel tahakkümün
egemenliğinin kimde kalacağı savaşıdır. Kıyamam onlara. Reziller.
Başka kim kaldı, ülkücüler mi, Kürt milliyetçileri mi?
Önderleri olmadan ne yaparlardı, bilinmez. Aman öndersiz kalmasınlar ve aman
silahsız kalmasınlar. Pejmürde zihinlerini iktidara dikte ettirmek için her
türlü soysuzluğu yapsınlar. Çok benziyorlar birbirlerine. Çok benziyorlar
herkese. Gerisi konuşmaya değmez.
Geldik en pis gruba.. Bunlar kayıtsızlar kümesi. Etrafında
her türlü ahlaksızlık olup biterken ses etmeyenlerden oluşuyor bu küme.
Şüphesiz ki insanlığın en bayağı ve en pespaye üyeleri burada toplanmıştır.
Ezilenler, azınlıklar, haksızlığa uğrayanlar.. Bunlar, ahlaksızlıktan bitap
düşmüşlerdir. Seslerini çıkartmadan, hayatlarına devam ederler. Yahut kaçıp,
giderler. Kokuşmuşluktan sıkıldıkları zaman, sosyal medyada esip gürlerler,
mitinglerde aktivistlik yaparlar. Bloglarında yazılar yazıp, denize giderler
ancak. Sahte herifler. Nihayetinde dimağlarda sorular oluşur: “Ne yesek bu
akşam?” yahut “Maçı nerede izlesek?” gibi. Her eylem, vasatlıkla sonuçlanır
işte. Her şey sonuçsuz kalır bi bakıma..
Çok yazdım ve çok yoruldum. Eleştirilerim hayli yüzeysel
farkındayım ama bu bir öfke yazısıydı zaten. Fazlasını beklemek aptallık
olurdu. Zehrimi akıttım herhalde. Zehirsiz anlatılmaz ki bu memleket? Çünkü bu
ülke üç kuruşa adam satanların ülkesi. En ufak alışverişte sizi kazıklayacak
esnafın, taksicinin, emlakçının, marangozun, bakkalın ülkesi.. Sorgusuz,
sualsiz sizi dövme, öldürme hakkını kendinde göre asayiş teröristlerinin;
polislerin ve askerlerin ülkesi.. Sizin maaşınızdan tırtıklanan paralarla bütün
gün çay içip, Solitaire oynayan, vasıfsız memurların ülkesi.. Hayatınız
umurlarında olmayıp, mezkur yaşantınızın nasıl’ıyla ve ne olmalı’sıyla kafayı
bozanların ülkesi.. Dolandırıcıların, gaspçıların, psikopatların ülkesi..
Arsızların, yüzsüzlerin, namussuzların, aşağılık insanların; tekmili birden
ahlaksızların ülkesi; KÖTÜ İNSANLARIN ülkesi bu ülke..
Denilecek ki, “birader, her yer temiz de bir burası mı
kirli? Vatan haini hadi be!”
Ben orasını bilmem, yaşadığım yer hakkında yazıyorum.
Sosyologların ve dahi antropologların bileceği iş bunlar. Kanaatimce insan, her
yerde az çok aynı olmalı. Şüphesiz ki kültürler, insan ahlaksızlığını belli
ölçüde etkiliyor. Fakat bizde olmayıp, başka yerde olan bir enstrüman var; adı
da uzlaşı. Diğerleri ahlaksızlıklarını örtecek maske olarak bunu bulup,
kullanıyorlar. Bizdeki temel sorun, ahlaksızlar egemenlik mücadelesi veriyor.
Sınıflar değişiyor, birleşiyor, kayboluyor. Sonunda kazananlar, öncekinden
beter oluyor.
Cuma namazlarında, duanın bir parçası olarak, şöyle bir
kısım vardır: “…Allahım, devletimize ve milletimize iyilikler ve güzellikler
nasip eyle yarabbim!” diye..
İşte bu ülkeye lazım gelen şey dua değil, kıyamettir.
Böyle.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder